Sepetim 0

Güvercindeki Sır - Biraz Sen Bulaştır Bana - Anlamlandırma, Anla - Karanlığın Son Günleri - Yurdunu Kaybetmiş Bir Asker - İnsanın Bilinmezler Coğrafyası (6 Kitap Set)

%33
725,00
485,75
Kazancınız : 239,25
Güvercindeki SırBin nasihatı tütün gibi ezip,Damarları al al esen bir rüzgâr,Sokaklar, caddeler, mezarlar dar,Bin nasihatı bir musibet gibi içip,Zamanı, kor ateşlere sürükleyen yâr,Başında gül kokuları, can korkuları var.   ... Biraz
Yazının devamı
set-yet2
671158
Güvercindeki Sır - Biraz Sen Bulaştır Bana - Anlamlandırma, Anla - Karanlığın Son Günleri - Yurdunu Kaybetmiş Bir Asker - İnsanın Bilinmezler Coğrafyası (6 Kitap Set)
Güvercindeki Sır - Biraz Sen Bulaştır Bana - Anlamlandırma, Anla - Karanlığın Son Günleri - Yurdunu Kaybetmiş Bir Asker - İnsanın Bilinmezler Coğrafyası (6 Kitap Set)
485.75

Güvercindeki Sır

Bin nasihatı tütün gibi ezip,
Damarları al al esen bir rüzgâr,
Sokaklar, caddeler, mezarlar dar,
Bin nasihatı bir musibet gibi içip,
Zamanı, kor ateşlere sürükleyen yâr,
Başında gül kokuları, can korkuları var.

 

...

Biraz Sen Bulaştır Bana

Kadın beni öyle bir çarptı ki yere gövdemin tuzla buz olduğunu hissettim. Demek kıymetli bir şeyin kırılması böyle oluyormuş? Basit bir metanın kırılması bu kadar ağırken bir kalbin kırılması nasıl olur? Kim bilir... Kadın parçalarımın birkaçını yerden aldı. Sağ elindeki büyük parçamı bileğine götürdü. Ne acınası şey! Bir gün hayata gül olurken ertesi gün ölüme diken olmak... Affetmiyorum kendimi. Ben bu düşünceler içinde boğuşurken kadın ağlamaklı ses tonuyla konuşmaktaydı.

 

...

Anlamlandırma, Anla

Gözüm kaldı, amansız dünya malında,
Ne yaşadıysak yalnız dünya namına.
İçimdeki, hasret meyvesi dalında,
Sözle saldırıyorum bahar damına.

Ne çıkarsa kâr, haramı karıştırma,
Başımın altındaki korkunç gölgeye.
Alın akıyla ulaştığım bölgeye,
Kendine, sakın yaramı alıştırma.

Herkes kırar mı sevdiğini, sevdikçe?
Herkes ulaşır değil mi diledikçe?
Yalnız seveceğin dilenci değilse,
Verme aşkı, muhtacın bile eğilse.

Elbet kırar, gözde tek kendisi varsa,
Kırılan kişi olmalı, maşuk harsa.
Gönül muhip bir sese sığmaz, ses darsa,
Sözün tunç çağı, hasretin aç bir arsa.

 

...

Karanlığın Son Günleri

Hayaller ve İmkânlar Bakanlığı'ndan bir memur, bir gün mahalleye gelir.

Beni tanı, hayatımı bil istiyorum. Zaten tanımak, inanmak denen olgunun vücuda bürünmüş halidir. Varlığıma inanabilirsin ama tanımadığın takdirde emin olamazsın. Eminlik yoksa inanç neye yarar? Hal böyleyken kendine de böyle bakabilirsin.Hayatına, yaşamına hatta varlığına inanıp, kendini tanımazsan bir manası olmaz. Konuyla ne alaka dersen, eve, içime kapanmalarım kendimi görmemi sağladı. Tanımak için aynada kendimi gördüm. Fakat rüyalar, rüyalar başladı. İçinde sen olan, senden bir şeyler barındıran rüyalar.Bazı vakit sesini, bazı vakit şen kahkahanı duydum. Bazı vakit arkandan yürüyüşünü seyrettim.

Sonrası malum işte Sema, kendime ayrılmış zaman diliminde, kendime dönüp, kendimi tanıyacakken rüyalarımdaki senle meşgul oldum. Onu tanımak, bilmek istedim. Siz bu mahalleye taşınmadan önce rüyalarıma taşınmıştın Sema. Nasıl bilmek, tanımak istemem seni. İsmini bile rüyamda bizzat sana seslendiğinde duydum.

Seslendiğinde, rüyalarımdaki ben!

 

...

Yurdunu Kaybetmiş Bir Asker

Fazladanolmasa da basit bazı cümlelerdi,
İnsanı hayata katan.
Nasılsın? Her şey yolunda mı?
Öyle boşlukları dolduran, kimsenin çekinmediği,
Söylerken gücenmek namına,
Hiçbir iz bırakmayan türden cümleler.
İyi uyudun mu? Sıhhatin nasıl?
Sabretmesini bilen, özleyip de dile dökülmeyen cümleler…
Ki onlardı telefonun bir ucundan diğerine dokunan,
Sımsıkı sarılan.
Birkaç damla gözyaşıyla süslenen,
Kalbi güçlendiren, umudu yeşerten.
Yemek yiyebiliyor musun? İştahın yerinde mi?
En adi hareketi bile binlerce anlam tezgâhından geçiren,
Hitabeti doygun, merhameti saygın cümleler…
Varsa, sonunda varılamayacak kadar uzun bir yol,
Çıkılamayacak bir yokuş, kaldırılamayacak bir yük,
Anlıkta olsa hepsine meydan okuyan cümleler.

 

...

İnsanın Bilinmezler Coğrafyası

Hayatı, hayat yapan belirsizlik üzerine...

Herkesin bir hikâyesi vardır. Yarısı malum, yarısı meçhul olan bin bir hikâye… Biraz meçhul olan taraftan anlatmalıyım. Önce var sayılan kaleler yıkıldı. Sonra topçu atışları kesildi. Hikâye devam etti. Etmeye mecbur, gitmeye mahkûm, bekleyeni olan bir tren gibi…

Girizgâhtaki afili cümleler ne bana yakışırdı ne aileme. Zaten layıkta değildik! Bu hikâye bizim hikâyemizdi. Ya da sadece benim! Geliyorum, türkülerin beni çağırdığı yere; korkunç bir rüyanın ertesinde… Cuma saat altı kırk üç! Yüzümde sarıdan bozma bir renk, avuçlarımda korkudan kalma ter damlaları… Ben aslında zor da olsa rüyalara esir olmaktan sıyrılırdım. Sıyrılırdım da kabusa dönen çocukluk hatıralarına yenik düşüyorum. Hem sıyrılmak şöyle dursun, sıyrılmadan dokunmak istiyor gibiyim. Oğuz Atay’ın dediği gibi; “Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.” Çocukluğuma dokunup, yüzündeki masum ifadeyi öpmek, öptükçe uyanmamak istiyor gibiyim…

Saat akrebinin zehriyle yediye yürümekteydi. Sonuç olarak bir gecenin sabahını bir kez daha koklamıştım. Yok, yok beklemiştim. Ruhumda biraz beklemek, biraz düşlemek, biraz da bir şeyler vardı işte! Her şeyden biraz… Ütüsüz; beyaz gömlek, siyah kumaş pantolon, biçimsiz kunduralarım, sırtıma attığım bir kolu ötekine yabancı ceketim ve ben!

 
  • Açıklama
    • Güvercindeki Sır

      Bin nasihatı tütün gibi ezip,
      Damarları al al esen bir rüzgâr,
      Sokaklar, caddeler, mezarlar dar,
      Bin nasihatı bir musibet gibi içip,
      Zamanı, kor ateşlere sürükleyen yâr,
      Başında gül kokuları, can korkuları var.

       

      ...

      Biraz Sen Bulaştır Bana

      Kadın beni öyle bir çarptı ki yere gövdemin tuzla buz olduğunu hissettim. Demek kıymetli bir şeyin kırılması böyle oluyormuş? Basit bir metanın kırılması bu kadar ağırken bir kalbin kırılması nasıl olur? Kim bilir... Kadın parçalarımın birkaçını yerden aldı. Sağ elindeki büyük parçamı bileğine götürdü. Ne acınası şey! Bir gün hayata gül olurken ertesi gün ölüme diken olmak... Affetmiyorum kendimi. Ben bu düşünceler içinde boğuşurken kadın ağlamaklı ses tonuyla konuşmaktaydı.

       

      ...

      Anlamlandırma, Anla

      Gözüm kaldı, amansız dünya malında,
      Ne yaşadıysak yalnız dünya namına.
      İçimdeki, hasret meyvesi dalında,
      Sözle saldırıyorum bahar damına.

      Ne çıkarsa kâr, haramı karıştırma,
      Başımın altındaki korkunç gölgeye.
      Alın akıyla ulaştığım bölgeye,
      Kendine, sakın yaramı alıştırma.

      Herkes kırar mı sevdiğini, sevdikçe?
      Herkes ulaşır değil mi diledikçe?
      Yalnız seveceğin dilenci değilse,
      Verme aşkı, muhtacın bile eğilse.

      Elbet kırar, gözde tek kendisi varsa,
      Kırılan kişi olmalı, maşuk harsa.
      Gönül muhip bir sese sığmaz, ses darsa,
      Sözün tunç çağı, hasretin aç bir arsa.

       

      ...

      Karanlığın Son Günleri

      Hayaller ve İmkânlar Bakanlığı'ndan bir memur, bir gün mahalleye gelir.

      Beni tanı, hayatımı bil istiyorum. Zaten tanımak, inanmak denen olgunun vücuda bürünmüş halidir. Varlığıma inanabilirsin ama tanımadığın takdirde emin olamazsın. Eminlik yoksa inanç neye yarar? Hal böyleyken kendine de böyle bakabilirsin.Hayatına, yaşamına hatta varlığına inanıp, kendini tanımazsan bir manası olmaz. Konuyla ne alaka dersen, eve, içime kapanmalarım kendimi görmemi sağladı. Tanımak için aynada kendimi gördüm. Fakat rüyalar, rüyalar başladı. İçinde sen olan, senden bir şeyler barındıran rüyalar.Bazı vakit sesini, bazı vakit şen kahkahanı duydum. Bazı vakit arkandan yürüyüşünü seyrettim.

      Sonrası malum işte Sema, kendime ayrılmış zaman diliminde, kendime dönüp, kendimi tanıyacakken rüyalarımdaki senle meşgul oldum. Onu tanımak, bilmek istedim. Siz bu mahalleye taşınmadan önce rüyalarıma taşınmıştın Sema. Nasıl bilmek, tanımak istemem seni. İsmini bile rüyamda bizzat sana seslendiğinde duydum.

      Seslendiğinde, rüyalarımdaki ben!

       

      ...

      Yurdunu Kaybetmiş Bir Asker

      Fazladanolmasa da basit bazı cümlelerdi,
      İnsanı hayata katan.
      Nasılsın? Her şey yolunda mı?
      Öyle boşlukları dolduran, kimsenin çekinmediği,
      Söylerken gücenmek namına,
      Hiçbir iz bırakmayan türden cümleler.
      İyi uyudun mu? Sıhhatin nasıl?
      Sabretmesini bilen, özleyip de dile dökülmeyen cümleler…
      Ki onlardı telefonun bir ucundan diğerine dokunan,
      Sımsıkı sarılan.
      Birkaç damla gözyaşıyla süslenen,
      Kalbi güçlendiren, umudu yeşerten.
      Yemek yiyebiliyor musun? İştahın yerinde mi?
      En adi hareketi bile binlerce anlam tezgâhından geçiren,
      Hitabeti doygun, merhameti saygın cümleler…
      Varsa, sonunda varılamayacak kadar uzun bir yol,
      Çıkılamayacak bir yokuş, kaldırılamayacak bir yük,
      Anlıkta olsa hepsine meydan okuyan cümleler.

       

      ...

      İnsanın Bilinmezler Coğrafyası

      Hayatı, hayat yapan belirsizlik üzerine...

      Herkesin bir hikâyesi vardır. Yarısı malum, yarısı meçhul olan bin bir hikâye… Biraz meçhul olan taraftan anlatmalıyım. Önce var sayılan kaleler yıkıldı. Sonra topçu atışları kesildi. Hikâye devam etti. Etmeye mecbur, gitmeye mahkûm, bekleyeni olan bir tren gibi…

      Girizgâhtaki afili cümleler ne bana yakışırdı ne aileme. Zaten layıkta değildik! Bu hikâye bizim hikâyemizdi. Ya da sadece benim! Geliyorum, türkülerin beni çağırdığı yere; korkunç bir rüyanın ertesinde… Cuma saat altı kırk üç! Yüzümde sarıdan bozma bir renk, avuçlarımda korkudan kalma ter damlaları… Ben aslında zor da olsa rüyalara esir olmaktan sıyrılırdım. Sıyrılırdım da kabusa dönen çocukluk hatıralarına yenik düşüyorum. Hem sıyrılmak şöyle dursun, sıyrılmadan dokunmak istiyor gibiyim. Oğuz Atay’ın dediği gibi; “Ben ölmek istiyorum sayın albayım, ölmek. Bir yandan da göz ucuyla ölümümün nasıl karşılanacağını seyretmek istiyorum.” Çocukluğuma dokunup, yüzündeki masum ifadeyi öpmek, öptükçe uyanmamak istiyor gibiyim…

      Saat akrebinin zehriyle yediye yürümekteydi. Sonuç olarak bir gecenin sabahını bir kez daha koklamıştım. Yok, yok beklemiştim. Ruhumda biraz beklemek, biraz düşlemek, biraz da bir şeyler vardı işte! Her şeyden biraz… Ütüsüz; beyaz gömlek, siyah kumaş pantolon, biçimsiz kunduralarım, sırtıma attığım bir kolu ötekine yabancı ceketim ve ben!

      Stok Kodu
      :
      set-yet2
      Boyut
      :
      13,50 x 19,50
      Basım Yeri
      :
      Ankara
      Baskı
      :
      1
      Basım Tarihi
      :
      2019-2023
      Kapak Türü
      :
      Karton Kapak
      Kağıt Türü
      :
      Enzo
      Dili
      :
      Türkçe
  • Yorumlar
    • Yorum yaz
      Bu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.
Kapat